23 Aralık 2011 Cuma
Oğlunuz Erdal
Güneş vücudumdaki gözeneklerden içeriye akıyor, uçsuz bucaksız görünen bu çayırda olabildiğince hızlı koşuyordum.
Bir yandan güneşin sıcaklığını bir yandan rüzgarın serinliğini hissetmek özgürlük hissi veriyordu.
Az ilerde bir ırmak vardı oraya gidip serin sulara atlayacaktık arkadaşlarla.
Daha 16 yaşındaydık..
....................................
Demir kapının açılma sesiyle irkildim.
Sövdüm,sinirlendim gördüğüm rüyanın içinde çok huzurluydum.
Gözlerimi açmadım. Zaten açsamda hiçbirşey göremiyordum.
Bu hücrede hiç pencere yoktu.
Uyurken ayağımdaki zincir bileğimi baya sıkmış olacak ki ayağımı hissetmiyordum.
Haraket etmek isterken düştüm. Yaklaşık 2 haftadır neredeyse kıpırdamadan bu şekilde duruyordum.
Zincirler çok canımı yakıyordu.
Kapı açıldı.
İçeriye çılgınlar gibi doluşan ışık şelalesine sövdüm acı acı.
Sizinle işim çoktan bitti bırakın peşimi.
Gözlerim kamaştı. Elimi yüzüme siper edip; Kapının önünde duran gardiyanı tanımaya çalıştım.
İrice bir adamdı. Arkasından vuran gölgeden dolayı yüzünü seçemedim.
Elindeki tepsiyi usulca bıraktı yere.
Kapıyı hızlıca vurarak kapattı,
Alttan üstten zincirleri vurdu. Ayak sesleri uzaklaştı gitti..
Karnım çok açtı. Karanlıkta tepsiyi aradım.
Fareler ekmeğime çoktan göz dikmişti. Bir hışımla gelip götürmüşlerdi bayat ekmeklerimi.
Hafif tebessüm ettim.
Zaten çoktan ölmüştüm ben. Hayallerim kaybolmuş. Haklarım çalınmış. Yapmadığım bir şey yüzünden hücreye tıkılmış. Ortada piç gibi bırakılmış. 16 yaşı sırf idam edilsin diye 18 e yükseltilmiş bitik bir adamdım.
Gördüğüm işkenceden olsa gerek acıya duyarlı hale gelmiştim.
Artık Ne karnım acıktığında acı çekiyordum ne de sırtıma kırbaç yerken.
Kahkayı patlattım.
Devlet, bu kadar iş varken kalkmış benimle uğraşıp duruyordu.
Gururluydum çünkü hiç sızlamadım, ağlamadım istediklerini vermedim onlara.
Tek içimi burkan, kanımdan gücümü çeken şey yazdığım mektup babamın eline geçtiğinde çok üzüleceklerdi hem de çok.
Hiç bir zaman eskisi gibi olamayacaklardı.
Annem ve kardeşlerim dayanamayacaklardı belki bu acıya ama babam öyle değildi. Dik başını asla eğmez benim ne için savaştığımı çok iyi bilir ve gurur duyardı benle.
Bir hafta sonra sahneye çıkacaktım. İdam sehpasına. Son perdeyi oynayıp kapatacaktım tiyatroyu bir daha açılmamacasına.
Ailem o zamana kadar mektubumu çoktan alır.
Belki babam da gelir beni izlemeye diye düşündüm. Gelsin göreyim onu son defa.
16'sında ölümü bekleyen koca bir adamdım.
Sıkıca kapattım gözlerimi.
Nehirde akıntıya karşı yüzmeye çalışıyorduk çok zordu ama gülüyordum.
Güneşin sıcaklığı rüzgarın esintisiyle birleşince özgürlük kokuyordu sanki..
................................................................
Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a, "avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.
12 Eylül darbesi öncesinde er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen, Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi Erdal Eren, 16 yaşında asılarak idam edildi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder