Follow @ahmetkaanykt

9 Ekim 2012 Salı

SİYAH





Resimler güzeldir, insanlar rüyalarında gördüklerini resmederler.

Hatıralar sonbaharda uçuşan kahverengi yaprakların çizgileri gibidir. Parçalanır unfuak olurlar.

Elma şekeri yiyen kız sıcak havada uzun yolu yürüken anladı gerçekten sevginin uçuşan ama görünmeyen birşey olduğunu.

Camın üstünde yürüyen adamı görünce anlamlandıramadı.

Camın üstünde bile bile yürürüz halbuki içimiz acımadan.

Zehir akacak bu kagıda bu gece. Hiç olamadığı kadar hüzün verecek.

İçindeki çocuğun düştüğünü bilirsin ya kayıp gider aşağıya doğru; gözlerinden yaş gelmez ağzını açmadan konuşuturur adamı, 

Camı pencereyi indirmek, duvarların içinden geçmek gelir ya içinden,
Ya da binanın üstüne yıkılmasını beklersin bir an sanki olucak şeymiş gibi.

Yağmur birden başlar bütün gökyüzünü örter ya, Kimisi buna gözyaşı der kimisiyse kuşların göç yolunda öldüğünü söyler.

Bana göreyse yağmur şerefli bir sonun anonsudur tıpkı bir yas gibi. Yere düşen damlalar senin için çığlık atar yere düştükçe çığlık büyür hızını alamaz dans eder gibi paramparça olur.

Gece üzerine çökmeden önce yağmurdan korkmaya gerek yok.Yüreğine vuran sestir o, senin sesin.
Elma şekeri yiyen kız yağmurları sevdiğinde, ben çoktan gitmiş olacağım.

Sen küçücük ayaklarınla bulutların üstüne çıkmaya çalışacak, belki de senin ne kadar kuvvetli olduğunu bilmeleri için insanlara yukardan bakacaksın ezer gibi.

Ama sen endişelenme tanrı bizi sorduğunda ben hep seni anlatacağım.


1 Mart 2012 Perşembe

ÜVEY HAYAT




Klostrofobi..
Kalabalık ya da dar alanda duramama fobisiymiş.
Bu terminolojik terimi duyduğumda henüz 14 yaşındaydım.
Vedat amca asansörde kaldığı gün; ben ve arkadaşlarım imdat yakarışlarını apartmanın dışından duyuyorduk.
Apartman sakinleri toplanmış; güç birliğiyle en fazla 10 dakika içinde çıkarmışlardı Vedat amcayı.
Vedat amca çıktığında yüzü bembeyaz olmuş yarı baygın halde ambulansa götürülüyordu.
Ben ve arkadaşlarım Vedat amcanın bu kadar korkmuş olmasını eğlence haline getirmiş şakalaşıyorduk.
Vedat amaca 40 yaşında uzun boylu genç görünümlü dağ gibi bir adamdı.
Komik olansa heykel gibi duran bu adamın ben ve arkadaşlarımın gözünde kudretini kaybetmesiydi.
O yakarışlar bize işkence gören bir adamın canilerden kurtulmak için umutsuzca haykırması gibi gelmişti.
Hatta arkadaşımla iddaya bile girmiştim konu Vedat amcanın altını ıslatıp ıslatmamasıydı.
İddayı kazancağımdan emindim bence kesin Vedat amca korkudan altına işemişti.
Emin adımlarla ambulansa doğru yürüdük.
Hemşirler Vedat amcaya serum ve oksijen maskesi takıyorlardı.
İyice yaklaştık..
Sonra birden kulağımda bir acı hissettim.
Şiddetli bir şekilde babam kulağımı tutmuş ona bakmam için kafamı kulağımdan aşağı asılarak yüzümü göğe kaldırdı.
Komuta merkezim olan kulağım iyce kızarmış; sıcaklık hissiyle yanma hissinin karışımı pahapiçilemez bir korku da bu sefer ben yaşıyordum.
.............................
20 yıl sonra

1. gün

Sessizliğin verdiği derin korku, sonbaharın verdiği hışırtılı serinlik, karanlığın gölgesini boyuyordu adeta.
Gözlerim kapalıyken göz kapaklarımda oluşan hologramik şekiller anaokulunda uğraştığımız yapbozlara benziyordu.
Ayaklarım bedenimden istifa etmiş artık başına buyruk benim olmayan fazlalıklarmış gibi hissettim.
Kendime geliyordum.
Gözlerimin üstünde taş ve kum parçacıklarını hissedebiliyordum. Büyük baskıyı yenip gözümü açmam için başlattığım bu savaş sandığımdan daha uzun sürecek gibiydi.
Soğukkanlı olmam hem iş hayatımda hem de sosyal hayatımda girdiğim çevrelerde beni ötekilerden hep ayırmıştı.
Bu özelliğim bugun burada çok işe yarayacak diye içten içe bir sevinç duygusu kapladı bedenimi.
Saat kaçtı ya da ne zamandır burda böylece yatıyorum hatırlamıyordum; hislerim kendini bana kapatmış uyarılmaya bekliyorlardı.
Gözerlimi açamıyorum. Derin nefes aldım. Soğuk kanlıydım. Cesaretimi toplayıp gerçeklerle yüzleşme zamanım gelmişti.
.............................
Öğle yemeğine geç çıkmış olmanın verdiği sinir stresle arabayı bir şöfor gibi değil bir pilot gibi kullanıyordum.
Hem daha eğlenceli hem de hayal dünyam çok genişti.
Kızlarım evde babalarını sabırsızlıkla bekliyor; bende bir saniye kaybetmeye tahamülü olmayan baba olarak evime yetişmeye çalışıyordum.
Kırmızı ışıklar...Böyle anlarda kırmızı lamba bana garezi varmış gibi davranır ve saatlerce sarı ve yeşil kombinasyonuna geçemiyecekmiş gibi gelirdi.
..........................
Kapıdan içeri girer girmez boynuma atlayan ikiz meleklerim sanki ruhumu yeniliyor, az önceki asabi insanın yerine 5 yaşındaki arkadaşlarını gören 5 yaşındaki oğlan çocuğu oluveriyordum.
Kızlarım Azra ile Lara yaşam ünitelerimdi.
Tabi eve giriş ücreti olan 2 adet tadelle ve ciklet sahipleri tarafından kabul edildiğinde mutluluğumuz tavan yapıyordu.
Karım her zamanki gibi mutfak kapısına bir omzunu dayamış biz üç kafadarın yerde yuvarlanmasını tadlı bir tebessümle izliyordu.
Masa yine şahaneydi.
Karım öğle aralarında bile hiç bir zaman zahmetten kaçınmayıp bütün hünerini gösterirdi.
Zaten hayatta başıma gelen en güzel şeydi o.
Üstelik 2 tane melek vermişti bana.
Karım sigarayı yeni bırakmış; temiz havanın ne kadar büyük bir nimet olduğundan bahsediyor bir yandanda Azra kendi tabağındaki sarmaları çaktırmadan Lara'nın tabağına aktarıyordu.
Birden bir çıtırdı hissettim; ani bir refleksle masayı tuttum.
Çığ gibi büyüyen ses evin her tarafındaydı..
Buzdolabı yere düşene kadar boş gözlerle dolabı izledim.
Beyazdı, Heybetliydi, düşerken çaresiz gitmek zorunda kalan bir yolcuyu anımsattı bana.
Büyük bir gürültü koptu; Kan beynimden çekilmiş ruhum gürültüyle beraber tekrar bedenime girmişti.
Şok insanın bi anda kullanım dışı kalmasıydı.
Ani bir refleksle kızları kucakladım. Herşey o kadar hızlı gelişiyorduki kaybedilen her saniye saatler gibi akıyordu.
Ev eşyaları birbirine kavuşmuş eski dostlar gibi biz ise aradan sıyrılmaya çalışan mültecileri andırıyorduk.
Nedensiz bir şekilde kapıya koşmaya başladım. Sarsıntı beni yavaşlatıyor. Kızlarım korkudan çığlıklar atarak ağlıyorlardı.
Zemin altımızdan kayıp giderken görüntü karardı bir kaç saniye hava boşluğunu hissettim.
Çığlıklar.
Çaresizlik.
Siyah bir dokunuş..Eller, gözler, Cıvıltılı bakışlar, Herşey kararmıştı..
...............
Gözlerimi açtığımda karanlık her taraftaydı.
Betonun soğuk kokusu ruhumu delip geçiyordu.
Saatin kaç olduğunu anlamam imkansızdı sanki bütün göçük benim üzerime devrilmiş gibi hiç bir yerden ışık girmiyordu.
Sağ elimin kıpırdadığını görmek beni cesaretlendirdi.
Vedat amcanın çaresizliği gözümün önüne geldi bir an.
Klostrofobi..
Kalbim göğüs kafesimden patlayıp fırlıyacakmış gibi bilinçsiz çarpıyordu.
Soğukkanlıydım.. Burdan ne pahasına olursa olsun hemen kurtulmalıydım.
Zaman kızlarımı ve karımı benden alırsa ihtimalini düşünmek bile gözyaşlarımın boşalmasına sebep oldu.
Sıradan bir öğle arasıydı oysa..
Hayat beni başmbaşka bir yola sokmuştu bir kaç dakika içinde.






Devam edecek...




24 Ocak 2012 Salı

KÜRDO






Adım Şiyar..
ismim kulağına yabancı gelmiş olabilir..Anlamı duyarlı, hisleri güçlü olan, kabiliyetli demek.
Benimle karşılaşma olasılığın yok, çünkü beni görsen dönüp bakmassın yüzüme.
Birşey anlatmak istesem dinlemessin.
Senin dünyan kabul etmez beni.
........................................
Şiyar 43 yaşında. Bir restoranın mutfağında bulaşıkçı olarak çalışıyor.
Aslında usta bir aşçı şiyar, ama işsizlik ve yoklukta ancak bulaşık yıkama işini bulabilmiş.
Şiyarın dünyası 5 metrakere, penceresi olmayan, insanların yemek artıklarının hüküm sürdüğü, gün ışığının asla girmediği, ocakların verdiği sıcaklığın yanmış yağ ve çöp kokusuyla seviştiği, herşeye rağmen şiyarın ekmek kazandığı için saygı duyduğu bu donuk oda aslında içinde kimsenin bilmediği dokunamadığı çok acayip bir adamı barındırıyor.
........................................
Şiyar 5 yaşındayken babası onu halasının yanına Adana'ya yollamış.
Aşiretler arası husumet kendini gösterince Şiyar'ı hemen urfa dışına çıkarma kararı almış babası.
Zaten o gün bu gündür bir daha babasını görmek nasip olmamış Şiyar'a.
İmkansızlıklar onun okumasınada engel olmuş. İlkokul 2 den sonra bırakmış okulu; küçük yaşta düşmüş ekmeğinin peşine..
Ama hiçbirzaman kopamamış kitaplardan.
Mutfaktaki işlerini bitirdikten sonra kitapları gazeteleri didik didik eder.
Onun bildikleri sizi hem şaşırtır hem de gayri ihtiyari senin yerin burası değil gibi kırık cümleler dökülür ağzınızdan.
Şiyar matemetik, coğrafya, tarih gibi genel bilimi ilgilendiren mevzularda hep fikri olan ama entellektüel kimliği kirli tabakların arasında çürümeye yüz tutmuş bir insanlık örneğidir aslında.
Hayallerini peşinden koşmaya hiç fırsatı olmamış, hayat onu hep istediği şekle sokmuş.
Şiyar şikayet etmez, üzülür ama belli etmez bu bir sınav der benim kaderim der geçiştirir hep.
Şiyar'ın sülalesinde hiç okuyan adam çıkmamış.İmkansızlıklar kimseye acımamış ama Şiyar'ın hayattaki tek galesi kızının mezuniyetini görmek zaten sadece onun için çalıştığını söylüyor.
Şiyar'ın kızı mimarlık fakültesinde son sınıf öğrencisi.
...........................................
Şiyar lüks mekanların gece kondulara bakan bölümünde sessiz sedasız okuyor öğrenmeye çalışıyor.
Girdiği her ortamda dışlanmış Şiyar, kürtlüğü hep yük olmuş sanki ona.
Aslında derin sessizliği kulakları çınlatıyor.
Yersiz önyargı hep kapıları kapatmış ona.
Halbuki zekası sayesinde bir İstanbul beyefendisi gibi konuşmayıda beceriyor şiyar.
Ama kürtlüğüyle gurur duyuyor, hiç taviz vermiyor.
Bir gün merakımdan sordum Şiyar'a nedir bu sessizliğinin sebebi diye.
Şiyar önce hafif tebessüm etti, sonra oturmamı istedi göz işaretiyle.
........................................
Bundan 14 yıl önce Annesinden sonra sırtını dayadığı ve uğruna ölebilecek kadar çok sevdiği kardeşini askere göndermiş Şiyar.
Terörün en hat safhada yaşandığı o yıllarda Şiyarın kardeşi operasyondan operasyona koşuyormuş.
Vatanı korumak kolay değil diyor Şiyar.
Şiyarın kardeşi Civan bebekliğinden beri hep asker olmak istemiş.
Teröristleri öldürmek benim boynumun borcu diyormuş hep.
Hayalleri gerçek olmuş komanda olarak kürt kimliğiyle çarpışmış inançsızlarla.
Gururla dalgalandırmış ay yıldızlı bayrağımızı.
Karlı bir Şubat gecesi Şiyarın ocağına ateş düşüren haberi getiren komutan Civan'ı kaybettik onunla gurur duyun demiş.
Şiyar hemen namazını kılmış; Bir kere ağlamamış.
Komutanlar bir isteğiniz varmı; erzak getirelim size; yakacak odun; kalın giysi getirelim demiş.
Şiyarın gönlü kırılmış. Hiçbirşey istemem demiş başı dik.
.................................................
Geçenlerde şiyar annesiyle nüfus memurluğuna gitmiş.
Annesinin nüfüs kağıdını yenilemek için,
Şiyarın annesi Ziwan hiç türkçe bilmiyor.
Nüfus memuruna 2 kelam etmek istemiş gayri ihtiyari.
Adam terslemiş Ziwanı.
Türkçe konuş be kadın diye bağırmış.
Şiyar durumu açıklamaya çalışsada nüfus memuru aksi adammış işte anlamamış.
Ziwan binadan çıktıktan sonra çok ağlamış çok üzülmüş olanlara.
Şiyar biz bu vatan için şehid verdik,Civan gitti diye üzülmedik aksine gurur duyduk, bizi sevsinlerde istemedik sadece biraz saygıyı hakkettik diyor.
Derin sessizliğin kulak çınlatıcı etkisi..






1 Ocak 2012 Pazar

2012 SONUN BAŞLANGICI & MAYALAR






2012 ile ilgili merak edilen bir soruda mayalar ve kehanetleri.,
Mayalara göre dünyanın sonu 2012 ye işaret ediyor.
Bu konuyla ilgili herkes ortaya bir şey atıyor ama kimse bildiklerinden emin değil.
Ben olayın çok bilimsel boyutuna inmeden araştırdığım kadarıyla mayaları sizlere aktaracağım.
En azındana yanlış bilinenleri düzeltmek ve Mayaları daha fazla ciddiye alıp okumak gerektiğini düşünüyorum.
Mayalar Amerika Meksika sınırında yaşamış bir kabile.Mucizevi bir şekilde ortadan kayboldukları söyleniyor.
Aynı zamanda mayaların yıldızlar ve güneş hakkında bir çok astronomik araştırma yaptığıda bilinir.
Mayaların takvim sistemine göre dünyanın sonu 2012 ye işaret ediyor.
Ancak bu kavram dünyanın yok olacağı anlamında değil; dünyanın fiziksel bir değişim geçireceği anlamında kullanılıyor.
Sonun başlangıcı başlığı altında tabir edilen ;mayalara ait bu kehaneti astrolojik, sosyal ve fiziksel olaylarla da destekleniyor.
Böylelikle anlatılan durum dahada gerçekçi ve inandırıcı bir hal alıyor.
Maya kehanetlerine göre 21 ARALIK 2012 tarihi çok önemli.
Çünkü bu dönemde yaşadığımız çağ sona erip yeni bir çağın başlayacağına inanılıyor.
Ayrıca 21 ARALIK maya takviminin sonu değil 5000 küsür yıllık uzun maya takviminde son tarihtir.
Peki bizleri neler bekliyor ?

1. İklimler değişecek : İçinde bulunduğumuz iklimsel olayların farkındasınızdır. Kutupların erimesi, Küresel ısınma gibi doğa üstü afetler 5. kutupsal kayma olarak maya takviminde tamamlanıyor.

2. Tufanlar : İklimsel değişimle beraber yer yüzünde çeşitli afetler meydana gelecek. Deprem, sel, kasırga gibi birçok olay bekleniyor.

En önemliside bütün bu fiziksel olaylara bağlı insanlardaki ruh değişimi olacak.

Şu ana kadar insanlar aşağıya inişi yaşadı. Birincisinde biraz daha kabalaştı, ikincisinde biraz daha, üçüncüsünde biraz daha... Dördüncünün sonunda tam anlamıyla bir dip yaptı. Bu yüzden 2012'yi Mayalar insanlığın yeniden yukarı çıkışın yaşanacağı bir çağ olarak tanımlıyor. Hatta çeşitli dinler bundan Altın Çağ, vaat edilen cennet veya Nirvana gibi bahseder. 2012'nin önemi burada. Aşağıya inen insanlık tekrar yukarı çıkacaktır. Bunun da ilk basamağı 2012'dir diyor Mayalar.

Uzman astrolglar ve bilim adamları mayaların bundan öncek ortaya atılan kehanetlerinin 4 defa gerçekleştiğini söylüyor.

Şu anda bilimsel olarak ispat edilen dünyanın dört kez kutup değişimi geçirdiği. Bugün bu durum ispatlanmış durumda. Günümüz insanları bunu yeni keşfetse de, Mayalar bunun farkındaydılar. Bu bile başlı başına önemli bir şey.

Bütün bu bilgiler ışığında kısaca size Mayalar'ı ve kehanetlerini özetledim. Mayalar kulağa çok hoş çizgi film kahramanları gibi gelsede olayın derinine indiğiniz zaman durumun ciddiyeti dolayısıyla hayretlere düşmemek elde değil.



31 Aralık 2011 Cumartesi

Yaşamınca Güzel Yıllar, Mutlu Yarınlar








Koca bir yılı geride bıraktık.
Geriye dönüp baktığımızda üzüntüsüyle, sevinciyle bıraktığı izleriyle bir yıl daha yaşlanmışız.
Herkes yeni yıldan önce sağlık sonra huzur bekliyor.
Geçen yılıda kimisi iyi kimisiyse çok kötü hatırlıyor.
Yeni bir sevgili edinen, iş bulan, maaşına zam alan, bedelliden yararlanmaya hak kazanan, çocuk sahibi olan insanlar için 2011 fevkalede verimli geçmiştir.
Ama Boşananlar, Yakınlarını kaybedenler, İş hayatında başarısız olanlar ve buna benzer birçok etmeni yaşayan akadaşlarında bundan sonraki yaşamlarında 2011 yılını bir an önce unutmak istediklerini tahmin ediyorum.
Ancak yılların rakamsal ya da uğursal bir yanı olmadığını düşünenlerdenim.
Herkes hakettiğini yaşıyor.

2011 verdiği kayıplarlada hatırlanacak bunların başında da Steve jobs'un ölümü geliyor. 5 ekim 2011 de kaybettiğimiz Apple firmasının patronu zekası, tutkusu ve enerjisi, hayatımızı zenginleştiren ve geliştiren sayısız buluşun kaynağı oldu. Dünya, Steve sayesinde ölçülemez derecede daha iyi bir yer haline geldi.

2011 de kaybettiğimiz ünlüler.

Steve Jobs
Amy Winehouse
Elizabeth Taylor
Ceseria Evora
Clarence Clemons

2011 yılının olayı İbrahim Tatlıses’e düzenlenen saldırı, yılın sporcusu Arda Turan, yılın siyasi olayı ise Fransa meclsinin onalyladığı ermeni yasa tasarısı olarak gösterebilirz.


Yeni yıla gireceğimiz bu son günde herkesin kutlamalar için bir yerlere akın etmesi mekanlara büyük paralar ödeyip gecenin sonunda hizmetten memnun kalmayıp hayal kırıklığına uğramasıda memleketimin klasikleşen ritüellerinden biri haline geldi.
Yılbaşı diye tribe girip kendinizi kaybetmetmeyin unutmayınki yarın hayat devam edecek.

Bu gece herkes birbinin kulağına sevgi sözcükleri fısıldayacak. Bir yerlede sizi seven insanlar sizi bekliyor olacak onları ihmal etmeyin.

Son olarak yazdığım yazıların tamamını desteklediğiniz ve iyi dilekleriniz bana yolladığınız için size teşekkür ederim.

Yeni yılın herkes sağlık mutluluk ve huzur getirmesini dilerim.

Mutlu Yıllar !!





23 Aralık 2011 Cuma

Oğlunuz Erdal


Güneş vücudumdaki gözeneklerden içeriye akıyor, uçsuz bucaksız görünen bu çayırda olabildiğince hızlı koşuyordum.
Bir yandan güneşin sıcaklığını bir yandan rüzgarın serinliğini hissetmek özgürlük hissi veriyordu.
Az ilerde bir ırmak vardı oraya gidip serin sulara atlayacaktık arkadaşlarla.
Daha 16 yaşındaydık..
....................................
Demir kapının açılma sesiyle irkildim.
Sövdüm,sinirlendim gördüğüm rüyanın içinde çok huzurluydum.
Gözlerimi açmadım. Zaten açsamda hiçbirşey göremiyordum.
Bu hücrede hiç pencere yoktu.
Uyurken ayağımdaki zincir bileğimi baya sıkmış olacak ki ayağımı hissetmiyordum.
Haraket etmek isterken düştüm. Yaklaşık 2 haftadır neredeyse kıpırdamadan bu şekilde duruyordum.
Zincirler çok canımı yakıyordu.
Kapı açıldı.
İçeriye çılgınlar gibi doluşan ışık şelalesine sövdüm acı acı.
Sizinle işim çoktan bitti bırakın peşimi.
Gözlerim kamaştı. Elimi yüzüme siper edip; Kapının önünde duran gardiyanı tanımaya çalıştım.
İrice bir adamdı. Arkasından vuran gölgeden dolayı yüzünü seçemedim.
Elindeki tepsiyi usulca bıraktı yere.
Kapıyı hızlıca vurarak kapattı,
Alttan üstten zincirleri vurdu. Ayak sesleri uzaklaştı gitti..
Karnım çok açtı. Karanlıkta tepsiyi aradım.
Fareler ekmeğime çoktan göz dikmişti. Bir hışımla gelip götürmüşlerdi bayat ekmeklerimi.
Hafif tebessüm ettim.
Zaten çoktan ölmüştüm ben. Hayallerim kaybolmuş. Haklarım çalınmış. Yapmadığım bir şey yüzünden hücreye tıkılmış. Ortada piç gibi bırakılmış. 16 yaşı sırf idam edilsin diye 18 e yükseltilmiş bitik bir adamdım.
Gördüğüm işkenceden olsa gerek acıya duyarlı hale gelmiştim.
Artık Ne karnım acıktığında acı çekiyordum ne de sırtıma kırbaç yerken.
Kahkayı patlattım.
Devlet, bu kadar iş varken kalkmış benimle uğraşıp duruyordu.
Gururluydum çünkü hiç sızlamadım, ağlamadım istediklerini vermedim onlara.
Tek içimi burkan, kanımdan gücümü çeken şey yazdığım mektup babamın eline geçtiğinde çok üzüleceklerdi hem de çok.
Hiç bir zaman eskisi gibi olamayacaklardı.
Annem ve kardeşlerim dayanamayacaklardı belki bu acıya ama babam öyle değildi. Dik başını asla eğmez benim ne için savaştığımı çok iyi bilir ve gurur duyardı benle.
Bir hafta sonra sahneye çıkacaktım. İdam sehpasına. Son perdeyi oynayıp kapatacaktım tiyatroyu bir daha açılmamacasına.
Ailem o zamana kadar mektubumu çoktan alır.
Belki babam da gelir beni izlemeye diye düşündüm. Gelsin göreyim onu son defa.
16'sında ölümü bekleyen koca bir adamdım.
Sıkıca kapattım gözlerimi.
Nehirde akıntıya karşı yüzmeye çalışıyorduk çok zordu ama gülüyordum.
Güneşin sıcaklığı rüzgarın esintisiyle birleşince özgürlük kokuyordu sanki..

................................................................
Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a, "avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.

12 Eylül darbesi öncesinde er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen, Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi Erdal Eren, 16 yaşında asılarak idam edildi.

8 Aralık 2011 Perşembe

BİR YASTIKTA HERGÜN ÖLÜM







Yine başlıyor..
Sancılarım durmuyor yine..
Allahım lütfen şimdi değil.. Şu an olamaz o evdeyken olmamalı!!
Korku içinde oturduğum yere yığıldım..
Bacak aramdan akan sıvının sıcaklığını hissettim.
Karnımdaki haraketlilik doğumun habercisi gibi..
Allahım tek isteğim sıcaklığını hissettiğim sıvı açık renkli olsun.
Korku içinde elimi bacak arama götürdüm.
Kan.
Doğum başlamıştı.
Derin nefes alıp veriyordum aynı doktorun gösterdiği gibi.
Odanın tam köşesindeydim. Kapı karşımda aralık duruyordu.
Buzlu camın ardında koridorda onu gördüm.
Elinde telefon acil ambulans istiyordu.
Çok korkuyordum tek isteğim çocuğumu sağsalim dünyaya getirmekti.
Birden ses tonu yükseldi..
Telefondaki kadına 'Beni gerizekalımı sandın hanım karım hamile çabuk gelsin ambulans ne yapmam gerektiğini bende biliyorum'
Telefonu yumruklamak istermiş gibi çarparak kapattı.
Kanım akmaya devam ediyordu.
Kocam ıslık eşliğinde mutfağa yöneldi.
Ağzıyla tutturduğu melodi eski bir şarkıydı.
Çabucak tanıdım ama şarkının ismni hatırlamakta baya zorlandım.
Su ısıtıcısını çalıştırdı. Kendine kahve yapıyordu.
Kan birikintisi gittikce artıyor. Güçsüzleştiğimi hissediyordum.
Yakınımdaki sandalyeye doğru süründüm.
Böyle durumlarda tam ne yapılır kestiremyirdum.
Normalde doğuma 4 hafta vardı.
Sancı aniden başlamıştı.
Sandalyeden destek alıp yarı oturur pozisyonda karnımdan gelen sesleri dinlemeye
koyuldum.
Kocam bir hışımla girdi içeri.
Elinde bir bez.
Salyalarını yüzümü püskürterek bağırdı.
'Ortalığın haline bak her taraf ne hale geldi',
'çabuk al bu bezi sil şu etrafı ambulans geliyor.'
Bezi yüzüme fırlattı.
Korkudan olsa gerek o acımın içinde içinde oturduğum kan göletini siler gibi yapıyordum.
Tek isteğim bana yaklaşmaması olmadık bir şeye sinirlenip beni dövmeye başlamamasıydı.
Çünkü bu sıradan bir durum değildi.
Allah bu adama diğer hayatında nasıl bir muamele yapacak düşünmek bile istemiyordum.
Her türlü pisliğe bulanmış ama yanında kalmaya mecbur olduğum bir manyak.
Gidersem beni öldüreceğini söyleyen.
Zaman zaman öldürmeyi deneyen bir adamdı hayat arkadaşım.
Karşımda acılı halimi kahve içerek izledikten sonra bardağı bırakıp üstüme yürümeye başladı.
'senden tek isteğim ortalığı bu kadar batırmamandı'
'tamam doğur ama düzgün doğur ambulans gelecekti zaten'
'senin içindeki çocukta senin gibi ahmak olacak buna bir çare bulmalıyım'
kendi kendine konuşuyordu. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı.
Ondan nefret ediyordum. Hem ağlıyordum hem çaresizlik ve korkudan sesimi çıkaramıyordum.
Birden karnımı tekmelemeye başladı.
İki büklüm oldum. Canım çok yanıyordu.
Bir yandanda gülmemek için zor tutuyordu kendini.
Çocuğum için dua etmeye başladım içimden.
Ölüm umrumda değildi.
Sık ve kuvvetli kasılmalar başladı.
Canım çok yandı. Karnımı öyle hızlı vumuştuki bebeğimi kaybettim.
Kocam yorulmuş nefes nefese kalmıştı.
Ambulansın siren sesleri uazktan duyuşuyordu.
Kulağıma yaklaştı. Hiçrbişey söylememem gerektiğini.
Benim ne kadar akıllı bir insan olduğumu bildiğini söyledi.
Eğer herhangi bir şey söylersem beni öldüreceğünden bahsetti.
Onayladım haklıydı çok korkuyordum.
Kimseye hiçrbirşey söyleyemeden 8 yıldır hergün azap çekiyordum.
Gelin olduğum gün başlamıştı beni dövmeye..
Hemşireler hışımla içeri girdi. yarı baygına yerden yukarıya doğru bakıyorudum.
Kocamın panik halinde endişe içeren yetişin karım ölüyor dediğini duydum.
Bir yandan benimle ilgileniyor bir yandan kocamı yatıştırmaya çalışıyorlardı.
Gerçeği benden başka kimse bilmiyordu..
Bilmeyecekti.

Arkdadaşlar kadına uygulanan şiddet sandığımızda çok daha ciddi boyutlarda.
Seslerini çıkaramaz durumda binlerce kadın var.
Onların varlığını hissederseniz yardımı esirgemeyin.

Saygılar.